Psikologlar: Kimler ve Ne Yaparlar
Psikolojinin doğasını ve kapsamını bildiğinize göre, biraz da psikologların kim olduğunu ve ne yaptığını inceleyelim.
Psikologların Eğitimi
Psikoloji ve psikiyatri birbirlerine o kadar yakın kavramlar ki, insanların bu ikisini aynı şeyler zannediyor olması hiç şaşırtıcı değil. Psikiyatristler tıp eğitimi aldıktan sonra ruhsal bozukluklar üzerine uzmanlaşmış doktorlarken; psikologlar üniversite yıllarında doğrudan psikoloji öğrenerek eğitilir ve daha sonra 4-5 yıllık bir eğitim sonucu doktor unvanı alırlar. Belirli bir alanda uzmanlaşmak isteyen bir psikoloğun hastanede, okulda ya da klinikte fazladan bir yıl ya da bazen daha uzun bir uygulama eğitimi alması gerekir.
Psikologlar ve psikiyatristler belirgin bir şekilde farklı eğitim almalarına rağmen sürekli karıştırılırlar, çünkü psikologların çoğu ruhsal bozuklukların teşhisi ve tedavisi üzerine uzmanlaşmayı tercih eder. Yani yaptıkları iş pek çok noktada kesişir. Hatta genelde kliniklerde, hastanelerde psikologlar ve psikiyatristler beraber çalışırlar. Tabi bu iki alan birbirine çok benzese de tıpatıp aynı değildir.
Şimdi psikologlarla psikiyatristlerin arasındaki farkı açıkça belirttiğimize göre, psikologlara has bazı özelliklere değinelim.
• Günümüzde sadece Kuzey Amerika’da 200.000’den fazla psikolog var.
• 1950’lerde psikologların sadece yüzde 10’u kadınken, bu oran günümüzde yüzde 50’ye kadar çıkmış bulunmakta.
• Psikoloji de doktora almış olanlarda ise kadınların oranı daha da fazla.
• Psikologlar genelde diğer zümrelere göre daha gençler.
• Her yıl 3.000’in üzerinde insan doktora düzeyinde psikoloji eğitimini tamamlıyor.
Uzun süredir bir doktorla evli olan bir arkadaşım, benim doktor değil psikolog olduğumu bilmesine rağmen; zaman zaman benim “hastalarımla” ilgili yorumlar yapar, tahminler yürütür. Onun psikologların sadece terapi yaptığını düşünmesi toplumun da genel kanısını yansıtıyor. Tabi psikologların çoğunun bu alanda uzmanlaştığını düşünecek olursak bu görüş tamamen yanlış da sayılmaz. Ancak yine de psikolojinin başka pek çok alt dalı mevcut.
Şunu belirtmeliyim ki, alanı ne olursa olsun, araştırma konusu branşa göre değişse de psikologlar insan davranışı ve bilişsel süreçlerle ilgili bilgi edinmek, araştırma yapmak için gerçekten sıkı çalışırlar. Bir klinik psikolog depresyonun zihin üzerindeki etkilerini incelerken, bir çocuk psikoloğu erken yaşta karşılaşılan stresin ileriki yaşlardaki etkilerini inceler. Bazı psikologlar insan davranışını daha iyi anlamak üzere temel alanlarda araştırmalar yaparken, bazıları da mesela insanların kullanımına daha uygun tasarımlar oluşturmak üzere mühendislerle çalışmak gibi uygulamalı alanlara yönelir.
Birçok psikolog çalışmaları sırasında zaman zaman iki alana da kayar. Aslına bakarsanız zaten bu iki etken doğada birbirini tamamlayıcıdır.
Psikoloji ve Bilimsel Yöntem
Bir bakıma hepimiz birer psikoloğuz. Zaman zaman hepimiz kendi davranışlarımız ve başkasınınkiler, üzerine düşünürüz. Bu insan davranışını anlama çabası binlerce yıldır, muhtemelen ilk atalarımızdan beri, süregelen bir çabadır. Sonuç olarak bu alanda sadece kendi bildiklerimiz ve gözlemlediklerimizle sınırlı değiliz; sayısız yazarın, şairin, filozofun bilgi birikimine de hâkimiz. Bu da bizi şu ilginç soruya yönlendiriyor. Acaba psikoloji konusundaki bilgi birikimimiz çağlar boyu kazanılmış bilgelik mi; yoksa gözlemleyerek edindiğimiz bilgiler mi? Buna yanıtım çok basit.
Psikologların araştırmaları sonucu elde ettiği bilgiler, içgüdülerimizle bildiklerimizden daha sağlam ve güvenilir. Bunun en büyük nedeni ise psikologların bilimsel yöntemler kullanması. Şimdi size bilimsel yöntemin ne olduğunu, avantajlarını ve psikologların insan davranışına karşı akılcı ve bilimsel bir bakış açısını nasıl geliştirdiğini anlatacağım.
Bilimsel Yöntem: Temel doğa
Bilim denince insanlar genelde laboratuvarda, gizemli aletlerin başında çalışan, beyaz önlüklü insanlar hayal ediyor. Bu imaj çoğunlukla fizik, kimya, biyoloji için geçerli olsa da, aslında bilim çeşitli metotlar kullanarak bilgi edinme sistemidir. İnsanlar da doğanın bir parçası olduğundan, pek tabi bilimin konusu da olabilirler.
Bilgi edinmek için kullanılan bilimsel yöntemlere daha sonra değinecek olsak da, bu bölümde bilimsel yöntemin temel bileşenlerine ve standartlarına yoğunlaşacağım. Bunlardan en önemlileri şunlar:
Basit araştırmalar ve uygulamalı araştırmalar arasındaki çizgi aslında o kadar da keskin;
• Doğruluk: Mümkün olduğunca hassas, hatasız ve dikkatli bir şekilde bilgiye ulaşmaya ve onu yorumlamaya çalışmak.
• Objektiflik: Verileri olabildiğince önyargısız değerlendirebilmeye çalışmak.
• Şüphecilik: Tekrar tekrar denenmiş ve pek çok bilim adamı tarafından onaylanmış bilgileri kabul etmek.
• Açık fikirlilik: Çok güçlü savunulan fikirlerin dahi aksi yönde kanıtlar çoğunluktaysa değişebilmesi.
Psikoloji bu ilkelere derinden bağlıdır, insan davranışı ve bilişsel süreçle ilgili bilgi edinirken bilimsel metotları kullanır Kısacası psikoloji oyunu kurallarına göre oynar ve bu nedenle de bir bilim olarak anılmayı hak eder.
Bilimsel eğitimin de psikoloji eğitiminin de temelinde herhangi bir bilgiye inanmadan önce kanıtlarını araştırmak olduğu için, uygulaması en kolay olan belki de şüpheciliktir.
Ancak belirtmeliyim ki yukarıda saydığım tüm bu prensipleri sıralamak kolay olsa da, yaklaşılabilir. En doğru ölçüm yöntemi bazen karmaşık cihazlar gibi sofistike bir yöntemken, bazen de kişilikteki bazı farklılıkları ölçmek için hazırlanmış özel testler olabilir. Bu nesnel ve açık fikirli değerleri uygulamak özel bir eğitim ve disiplin gerektirir.
Ve yine herkes gibi bilim insanları da görüşlerinin diğer insanlarca onaylanmasını tercih eder. Sizin de kolaylıkla görebileceğiniz gibi bu durum potansiyel bir soruna işaret eder. Çalıştığı konuyla uyumlu fikirleri olan bilim insanları, o fikirleri kanıtlamak üzere çalışma yürütmeye meyillidir. Bunun illa ki bilinçli olmasına gerek de yok üstelik. İleriki bölümlerde de inceleyeceğimiz gibi, görüşlerimiz farkında olmadan da olsa muhakeme yeteneğimizi de etkiler. Bilim insanları ve psikologlar, bu ihtimale karşı her zaman tetikte olmalı, muhakeme yeteneklerini ve açık görüşlülüklerini muhafaza etmelidir. Tıpkı diğer herkes gibi bilim insanlarının da görüşlerinde zaman zaman farklılıklar olabilir.
Bilimsel Yöntemde Kuramın Yeri
Bu tartışmayı kapatmadan önce konuşulması gereken bir diğer konu da bilimsel yöntemin bir başka yönü de şudur ki; bir çalışma yürütürken bilim insanları sadece konuyu basitçe tanımlamak istemezler, aynı zamanda açıklayabilmek de isterler. Örneğin bir kimyager sadece iki maddenin bir araya geldiğinde ne olduğunu anlatmakla yetinmez, aynı zamanda bu reaksiyonun neden olduğunu da açıklamak ister. Benzer şekilde hafıza üzerine çalışan bir psikolog da sadece bireylerin bazı durumlarda bazı olayları unutmasını değil, bu unutkanlığa neyin neden olduğunu da açıklamak ister. Yani bilimsel yöntem, olayları geniş çerçevede inceleyen kuramlar inşa etmeyi de kapsar. Bu çalışmalarda şöyle bir yol izlenir:
1. Mevcut kanıtlar temelinde oluşturulmuş, o kanıtları yansıtan bir kuram formüle edilir.
2. Çeşitli durumlara, gözlemlere dayanarak oluşturulan bu kuram, bu durumların birbirleriyle nasıl bir ilişki içinde olduğunu inceler ve gözlemlenebilecek sonuçlarla ilgili tahmin yürütülebilmesini sağlar. Mesela bu kuram belirli şartlar altında hangi davranış biçimlerinin geleceğini tahmin ediyor olabilir.
3. Hipotez olarak bilinen bu tahminler, gerçek gözlemler yapılıp incelenerek araştırma bir adım daha ileriye götürülür.
4. Eğer yapılan bu gözlemlerin sonuçları oluşturulan hipotezle uyumluysa hipotez desteklenmiş olur. Eğer değilse yeni bir teori oluşturulur ve yeniden gözlemlenir.
5. Sonuçta teori desteklenmiş ya da yanlışlanmış olur. Eğer desteklenmişse bile yine de geliştirilmeye açıktır ve ek deneylere ihtiyaç duyulur.
Daha kolay anlaşılması için somut bir örnekle ifade edeyim. Bir psikoloğun karar aldıktan sonra, kötü olduğunu anlasa bile o karardan dönemeyen insanlarla ilgili bir teori ürettiğini düşünelim.
İnsanlar bir karar alınca diğerlerine de kanıtlama ihtiyacı hisseder. Hata yaptığını kabullenmek bu ihtiyaca ters düştüğü için kendilerini sıkışmış hissederler. Örneğin insanlar kararlarını başkalarına izah etmek zorunda olmasalardı, bu tuzak hissiyatından daha kolay kurtulabilirlerdi.
Daha sonra bu psikolog oluşturduğu hipotezi test etmek için bir araştırma sürecine girerdi. Eğer bu araştırma sonuçları hipotezlerle uyumluysa hipotez doğrulanmış olur; uyumlu değilse başka bir hipotez kurarak tekrar testler yapar ya da teorinin yanlışlığını kabul ederdi. İlerleyen bölümlerde insan davranışlarının önemli yönleriyle ilgili pek çok teoriye değineceğiz ve bu süreçleri daha net gözlemleme fırsatı bulacaksınız.
Bilimsel Yöntemin Avantajları: Genel geçer yargılar bizi neden yanlış yola sürükler
Şu ana kadar bilimsel yöntemin zaman zaman çok zor olabildiğine ikna olmuşsunuzdur. Peki o zaman bunca zahmet niye? Ortak değer yargılarımız, yıllardır edindiğimiz bilgi birikimimiz ihtiyacımız olan görüşleri ve cevapları bize veremez mi? Maalesef cevap hayır. Geleneksel yöntemler bize güzel bir başlangıç noktası sunsa da, tek başına yeterli olmaktan çok uzaktır. Hatta genelde tutarsız ve çelişkilidir. Örneğin sevgiliden uzakta kalmanın özlemi arttıracağı ve sevgiyi pekiştireceği söylenir. Bu şekilde söylendiğinde pek çok kişi buna katılacaktır. Ancak başka durumlarda da “Gözden ırak, gönülden de ırak.” Dendiğine de şahit oluruz. İki aşığın aralarına mesafe girmesinin, yakınlarındaki başka insanlara ilgi duymalarıyla sonuçlanacağını söylersek çoğu insan buna da katılacaktır.
Görüldüğü gibi bu iki görüş de toplumun ortak kanısı sayılabilir, ancak birbiriyle çelişirler. Bu konuyla ilgili örnekler çoğaltılabilir. Görüldüğü gibi ortak kanılarımız insan davranışlarıyla ilgili oldukça yanıltıcı ve kafa karıştırıcı bir tablo çizer. Ancak sağduyumuza güvenemememizin tek nedeni bu değil. Ne yazık ki hiçbirimiz Uzay Yolu’ndaki Mr Spock gibi kusursuz birer bilgi işleme makinası değiliz. Aksine, kitapta da sık sık değineceğimiz gibi, karar verme mekanizmamız duygularımız tarafından oldukça yanıltılabilir durumda. Potansiyel hata nedenlerimizin birkaçına beraber göz atalım.
Onaylama Önyargısı: Kendi Görüşlerimizi Doğrulamanın Cazibesi: İnsanların fikirlerinin onaylanmasını reddedilmesine tercih edeceğini zaten daha önce de belirtmiştik. Bunun insan davranışlarıyla ilgili bir gözlem yaptığımızda ne anlama geleceğini bir düşünün. Her zaman kendi fikrimizi yansıtan davranışları gözlemeye meyil eder, işlerin zaten çoktan beri düşündüğümüz gibi olduğunu kanıtlamaya çalışırız. Buna onaylama önyargısı denir ve çok güçlü bir önyargı tipidir.
Sonunda bizi kapalı bir sisteme hapseder. Aksi kanıtlar fark edilse de çarçabuk yanlışlanır. Bu da bizi ciddi hatalara sürükler, kendimizi ve genel insan davranışlarını anlamamızı zorlaştırır.
Bulunabilirlik Kısa Yolu: İlk Akla Gelenin Üstünde Durmak: Şuna hızlıca cevap verin: İngilizce ’de k harfiyle başlayan kelime mi daha fazladır? Yoksa üçüncü harfi k olan kelime mi? Eğer k ile başlayan dediyseniz, yanlış cevap olmasına rağmen, çoğunluktasınız. Sizi böylesine yanıltan şey beyninizin, bulunabilirlik kısa yolu denilen, kestirmeden gitme isteği. Bir şey ne kadar tanıdık geliyorsa, ne kadar çabuk akla geliyorsa beyin onun daha önemli olduğunu düşünmeye başlar. Bu genelde iyi bir özellik olsa da, bütün yargılarımız buna güvenerek oluşturamayız. Bu bizi büyük hatalara sürükleyebilir. Doğrulara ulaşmamızı zihnimizin bulandırdığı yargılarla değil, ancak ve ancak bilimsel yöntemlerle ulaşabiliriz.
Ruh Halinin Etkisi: Nasıl Hissettiğimiz Nasıl Düşündüğümüzü de Etkiler: Bir gün çok neşeli uyanırken, ertesi gün aşırı mutsuz uyanabiliyoruz. Peki, ruh halimizdeki bu değişiklikler, o anki hislerimiz ne düşündüğümüzü etkiler mi? Elbette. İyi bir ruh halindeyken genellikle güzel anıları hatırlayıp, etrafımızda gelişen olaylara karşı son derece olumlu bir tavır takınırken; kötü bir ruh halinde ise tam tersi olur. Bu duygu durum değişiklikleri fakında olmadan muhakeme yeteneğimizi de etkiler.
Algımızı bulandıran başka etkenler sıralamaya devam edebilirim, ancak sanırım ne demek istediğim çoktan anlaşılmıştır. Algılarımız, görüşlerimiz kişiden kişiye değiştiği için; gerçeği ararken bunlara güvenemeyiz. Bilimsel yöntem tam da bu noktada resme dâhil oluyor. Bilimsel metodu benimsemek, yanlı davranmak gibi bizi hataya düşürme ihtimali olan şeyleri kontrol altında tutar, gerçeğe ulaşma ihtimalimizi arttırır. İşte bu psikolojiyle, insan davranışını anlamaya çalışan yazarlardan, şairlerden ve astroloji gibi alanlardan gibi alanları ayıran yegâne şey. Bilim gerçeğe giden tek yoldur. Birçok kişi felsefenin ya da dinin gerçeği sunduğunu iddia etse de psikologlar bilimin en doğru ve kesin yol olduğuna inanır.